Connect with us

Merhaba, ne aramıştınız?

Pir-i Türkistan Kalemi

Satılığa Çıkmış Bir Dava, Alan Alana

Satılığa Çıkmış Bir Dava, Alan Alana

Zaman vurgun ve talan zamanı. Davan varmış, yokmuş, boşver aldırma. sayın üçmüş, beşmiş farketmez. Ucunda para varya. Kimi koltuklarına sımsıkı yapışmış, adeta kendini zamklamış. Sanki koltuk babasının malıymış diye. Özümü eleştirmek istedim, küçük dünyası olana benzemiyeyim diye.
Zamanın behrinde bir mubarek yaşamış. Yaşadığı yıllar kendini yıpratmış. Hep iktidarlardan yana tavır almış, kendisinin müktedir olması için. Gel zaman, git zaman kuvvet mubareğin eline geçmiş. Müktedir olamayan ikdidara veryansın etmiş. İktidar boş durmamış. Mubareğin tarafını bertaraf etmeye niyet etmiş. O, ona asker göndermiş, o da ona asker göndermiş. O devrin muhalefeti ise benden betermiş. Kim, kimin adamı belli değil, dava ne davası hiç kimsenin umrunda değil. Birileri çıkmış birilerini hırsızlıkla itham etmiş. Diğeri çıkmış, dinime söven müslüman olsa diye. Tencerelerin dibi kalmamış. İki kesim de iktidarıyla, muhalafetiyle halkı ahmak sanırmış. Zaman gelip vakit tamam olmuş. Halkın önüne çıkıp endam göstermeye başlamış iktidarı, muhalefeti.
Mubarek boş durur mu? Topa koymuş iktidarı. Garip ama gerçek, muhalefetin ağzının suyu akmaya başlamış mubareğin önündeki armutları görünce. Biraz da biz sebeblenelim diye iç geçiren muhalefet, ipin ucunu iyice gevşetmiş. E mubarekte çokça armut var. Armut bahçeleri dillere destan. O bahçede girip gezmek varya, niceleri orda boğuldu, buda gerçek.
Devlet içinde devlet olmaz, millet içinde millet de olmaz. Tek devlet tek millet diyen bir lider çıktı. Sesini kitlelere duyuramadı. Bir kendisi bir de ona gönülden sımsıkı bağlı koca eren vardı. Bu dünyada tek başına kalmış iki kişi. O çıkıp konuşsa eren anlardı, lider konuşur eren ağlardı. Bu eren ululardan bir kişiydi. Sanki dünyanın yükü omuzlarında. O yetmezmiş gibi birde davanın yükü bindi omuzuna. Garip bir zamanda yaşadı. Etrafın da olan üçbeş kişi dahi onu anlamadı.
Bu koca eren ne yapacağını iyi biliyordu da ucunda dava vardı, dost vardı, düşman vardı. Bu koca erene saldıranlar yetmezmiş gibi, dava ehli gördükleri de saldırıda. Her şeyi göze almıştı, mubareğe benzememek için. Kimseye eyvallah etmeden doğru bildiklerini haykırmaya başladı. Çünkü, davasının selametinin anahtarı ondaydı. ‘Parçalanırsa parçalansın’ diyordu. ‘Bu dava. Giden gitsin, bölünen bölünsün. Yerin dibine girecekse birileri hiç durmasın girsin. Hangi taşın altında kalacaksa kalsın’ diye kendi kendine söyleniyordu.
Bir takım şeyler gizleniyordu aziz milletten. Müktedir olamayan ikdidar bunun bilincindeydi. Tam zamanıydı bir yerlerle anlaşmanın. Kapalı kapılar ardında anlaşmalar bi tamam oldu. Muhalefeti de ortak etti. Yalnızca, O hariç. O muhalefetteydi, ama şunu bilmiyordu. Başına tac ettiği davası içten satılıyordu. Mükemel adaylar gösteriyordu bir yerlerde. Ama o yerlerde kendisine biatını sunan kişiler asıl ihanette. Oyun büyük liderin gözü perdelenmekte. O koca erende susturuldu ya. Davanın içindekiler gaflette.
Bu zamanın behri varya nice adamların başını yedi. Kendiside biliyordu sıra kendisine ne zaman gelecekti. Davasının içinde koca erene tehditler başladı. Tehditlere papuç bırakacak gözmü vardı. Abire ahmak, abire ahmak. Sevdasını kimse anlamadı. ‘Kutalmış dava, kutlu dava’ diye, hep haykırırdı.
Bir gün gönül sofrasını açmış camiasına ikramda bulunurken, beldesindeki, kendini davanın içinde zanneden, kendini bilmezler haber göndermiş koca erene. ‘Sen erenliğini yap. Ne ikdidardan yana ol, ne de muhalefetten. Bırak da talanımıza devam edelim. İkdidarıyla, muhalefetiyle.’ Dururmu koca eren; bir kükredi! Haber salanlar altına salıverdi.! ‘Satılık dava var ha! Alan alana!’ Dava ehlinden özürdileyerek, haber salanlara selam söyledi, anla bu selam farklı bir selam idi. Onlar dava diye kadınların bacağının arsında gel git ederken, kendilerine namus diye teslim edilen kişilerin namusuna musallat olurken, koca eren davasını yağmurun altında, kuru ekmekle bir bardak çayı bir de sarma sigarası ile öğrenip, öğretiyordu. Onun yaşantısı bu şekilde idi.
Tabiki davayı kadınların iki bacağı arasında ve kadeh tokuşturarak öğrenenler, koca ereni ister mi, davanın içinde ve meydanlarda! Tabi koca eren meydanlara inse o lideri taklid edecek. Lider ne derse oda onu söleyecek. Vurgun ve talanın altında yatan şeyleri anlatacak. Bu da kimsenin işine yaramayacak. Birileride çıkıp koca erene iftira atacak, oda yetmezmiş gibi nice davalar açılacak.
Çünkü; dava erbabı görünen kişilerin eliyle yapılacak, yapıldı da. Yine böyle bir zamanda, daha bu olaylar yaşanmadan öncesinde, ozamanın ikdidarının görevlendirdği kişiler kariyeleri geziyorlardı. Tek devlet, tek millet diyenler bunları protesto ediyorlardı. Koca erenin beldesine vardıklarında ortaçaplı bir protesto vardı. İkdidarın güvenlik güçleri protesto edenleri uyarıyordu. Uzatmadan diyelim, o zamanın karakollarına çağrıldılar. Ne yazık ki koca erende çağrıldı. Ama ne tuhaftır ki, dava açılması lazım olanlar dışardaydı. Koca erenin gönlüne, isimler birileri tarafından verilmiş gibi geliyordu. Ama bu davanın peşini bırakmayacağına kendi kendine söz veriyordu. Gencecik, istikballeri mahvolacak gençlik için çabalayıp duruyordu.
O gençler makam ve mevki sahipleri değildi, kendileri gibi. Bir yerlerin başkanlığına da gelmediler. Yönetimerinde de yer almadılar. Seneryo, hep aynı! Oyunculular farklı. Kimse sözünde durmuyordu. O devir farklı bir devirdi.
Beldelerde adeta lağımlar patlamış, kokular ülkeyi sarmıştı. Söylenecek çok söz vardı. Koca eren yavaş yavaş kendine geliyor, ve ayıkıyordu. Davanın içindeki talancılar, vurguncular, ve hırsızlar temizlenmeliydi. Hırsıza hırsız diye bilmek için hırsız olmamak. Vurguncuya vurguncu diye bilmek için vurguncu olmamak. İhale bağlayana ihale bağladın diye bilmek için ihale bağlamamak. ‘Bunlar kimde olursa olsun, nerede olursa olsun, hepsi birbirinin aynısıdır. Benim hırsızım iyi diyemem’ diyordu koca eren.
Nasıl temizlik yapacağını biliyordu da lidere kıyamıyordu. Lideri incitmemeye çalışıyordu. Kendini sevenler ‘yeter artık’ diyordu. ‘Bu zulüm koca erene yapılmaz’ diye. Çıkıp açıklama yapılmasını istiyorlardı. ‘Her şeyiyle bunları bırak’ diye. Ama bu, koca erenin tarzı değildi. Davadan istifa edilmeyeceğini çok iyi biliyordu. Davanın içindekiler ellerinide çabuk tutacaklardı. Günümüzün tabiriyle davadan ihraç etmeye. Manen seyredip, koca eren, onların hallerine gülüyordu. Çünkü bunlar maneviyattan bi haber, erenlerden bi haber. Her şeyi sözde yaşıyorlardı.
O koca eren buna rağmen karaya kara, beyaza beyaz diyordu. Ama hiç onların seviyesine inmiyordu. ‘Davadan ihraç edilmez’ diye dostlarına sohbet ediyordu. Bu kendini bilmezler işi iyice azıtıp lidere şikayet ettiler koca ereni. Ama bilmiyorlardı ki, koca eren liderine saygısından susmaktaydı. Hak namına yeri gelirse liderini de tanımazdı. Çünkü koca erende münafıklık yoktu.
Tohumunu atıp yeşerettiği ağaç köklerini sesinin gittiği her yere salmıştı. Her yerde koca eren konuşulmaktaydı. Lakin kimse cesaret edip de doğruları koca erene soramamaktaydılar. Bir gün o koca eren cellalli bir şekilde şu kelamları ediyordu. ‘Beni benden sormayan lidere yazıklar olsun!’ ‘Yargısız infaz eden lidere yazıklar olsun!’ ‘Arayıp bu nice iştir demiyen lidere yazıklar olsun!’ ‘Bu lider varsın benden uzak, dünyaya sultan olsun!’ Sitem dolu bu sözlerin ardından yinede sözünün üstünde duruyordu. Biliyordu ki bu işin yalnız kendisinin çabalamasıyla olmayacağını, birçok yerde liderin ve dava ehlinin hüsrana uğrayacağını.
Allah bir şeyler seyrettiriyordu. Açıklaması müşkül bir işti. Ama şunlar dudaklarında dökülüyordu. ‘Şimdi birbirlerine silah çekenler sonra birbirini kucaklayacaklar. Hepsi bir oyun, hepsi bir oyun. Satılık bir dava var alan alana. Bu fasılda böyle ola…!’

Not: Burada anlatılanlar ve hikayede adı geçen kahramanlar tamamen hayal ürünüdür. Ülkemizde böyle birşey yaşanmamaktadır. Saygılarımla.

1 OCAK 2014 ÇARŞAMBA – Büyük Dünyamdan Esintiler

Yazar:

Kutbiyye Otağının kurucusu ve fikir önderi. Fikirleri ve düşünceleri ile yaşayan bir Arif. Pir-i Türkistan Kalemi isimli kategoride yazar.